top of page
  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter

ÖRTÜNMENİN FELSEFESİ

  • Yazarın fotoğrafı: Murat Utkucu
    Murat Utkucu
  • 13 Eyl 2022
  • 4 dakikada okunur


Din, binlerce küçük yanılsama üzerine inşa edilen bir büyük yanılsamadır. Ancak dinsel “hakikat” üç temel metafizik iddia üzerine yükselir: 1. Evren ötesi Tanrı, 2. İnsan merkezli evren, 3. Ölümden sonra yaşam.

Teistik Ortadoğu dinleri için geçerli olan bu sıralamadaki üç nolu maddeye dikkat etmek gerekiyor. Çünkü sanıldığının aksine dinsel düşünce, gücünü Allah fikrinden değil, öte dünya kurgusundan alır... Dinsel siyasetin çıkış noktası burasıdır. Kimsenin gidip de dönmediği, zahirî bir öte taraf inancı, bilinen tek hakikat olan bu tarafı etkiler, yönlendirir ve yeniden kurar. Din ölümden sonra hayat fikri üzerinden bu dünyaya müdahale eder. Havuç ve sopa politikasıyla iktidar olur. Dinsel direktiflere uyanlar öte tarafta sonsuz hazla müşerref olurken bu direktiflere uymayanlar için insanlık hafızasına kazınmış türlü işkenceler, “ceza kolonisi” cehennemde hayat bulur. Dinsel emirlerin ahlakın kendisi olduğu iddiasına rağmen inançsızların günahla ilişkilendirilmeden ebedi cezaya maruz bırakılması dinsel iktidarın nasıl bir ahlak dışı biat mekanizması talep ettiğini göstermesi bakımından ilginçtir.

Dinin işi bu dünyayladır. Bu nedenle göksel kitapların tümü zamanın siyasi aklıyla, güçlü siyasi oyuncuların desteğini alarak, sokağa hükmetmek için kaleme alınmıştır. Allah’ın emirlerinde çağlar ötesi uhrevilik arayanların bu uzlaşmacı siyasi aklı görmezden gelmeleri, isteyerek ya da değil adaletsiz, ayrımcı bir statükoyu onaylamalarına yol açabiliyor.

Kuran, insanları eşit yaratmadığını açıkça vaaz ederek yoksulluğu “teorize” ederken, kadınları da erkeklerden bir seviye aşağıda yarattığını söyleyerek cins ayrımcılığını ilahi bir karar olarak tescil etmiştir. Kadın ve mülkiyet ilişkileri bu ayrımcılık üzerine inşa edilir. O yüzden mesela şahitlik kurumunda yalancılık ya da dalgınlık değil de kadınlık mahkûm edilebilmiş, bir kadının tanıklığı reddedilmiştir. Peygamber, karısının yanında çalışan bir ücretli olduğu halde Kuran, kadınların eve kapanmasının ilahi emrini verebilmiştir. Erkeklerin giyim kuşamı konu edilmezken, kadınları hicaba sokan yönetmelik ayarındaki ayete ne demeli? Kuran’da gözden kaçan ise, kadınla erkeği günah-sevap; suç ve ceza ekseninde eşitleyen anlayışın bu iki cinsi siyasal ve sosyal haklar konusunda yaratılıştan ayrımcılığa tabi tutmasıdır. Cehennemde yanarken eşit! Şahit olurken değil! Tesettür Güzellemesi

Bu ayrımcı siyasi aklı görmezden gelen Taraf gazetesi yazarı Leyla İpekçi, 17 Temmuz 2009 tarihli yazısında örtünmeyi bakın nasıl gerekçelendiriyor: “Örtü hakikatin aşkın boyutlarına bir yolculuktur öncelikle... Bu yolculuğa çıkanlar örtüsü içindeki kadının tenden ibaret olmadığını görürler... Örtü nasıl kumaş parçası değilse örtünen kadın da... yalnızca tenden ibaret kalan... bir kadın değildir. Örtülü kadın imgesi bize... gündelik hayatla metafizik hayat arasında kozmik bir bağlaç olduğunu sezdiriyor. Örtünmek sadece doğayla ötekilerle veya kâinatla ahenk sağlama biçimi değil aynı zamanda nesnelere karşı bir mesafe alma biçimidir... Bu anlamda sosyolojik bir olgunun ötesindedir örtünmek... Sosyolojiden öte sanat...”

İpekçi, öyle bir tesettür güzellemesi sunuyor ki insanın erkek dahi olsa örtünesi geliyor. Örtünerek sadece Allah’ın emrini yerine getirmeyecek, kâinatla ahenk sağlayacak, hatta “eşyanın gizli yüzünü” göreceksiniz. Bu arada sanatsal estetiğin de bilincine varacaksınız. Bir adem daha ne ister?

Sosyal gerçeği sosyolojiden kopartırsanız elinizde masal tadında ideolojiler kalır. Ama Sinderella, nasıl köylüleri kurtarmaz ise tesettür masalı da kadını özgürleştirmiyor. Aksine hakikati örtüyor. Örtünme bir ilahi emir olmakla birlikte erkeğin kadın üzerindeki otoritesinin parçasıdır. Allah’ın kadını örtmesinin kendisi için bir amacı olabilir mi? Ama erkeğin kadını mülk edinmesinin tipik bir göstergesidir. Kadın, cinsel günahı kışkırttığı için örtünür. Erkek, kadının saçından bile tahrik olabilecek yaratılıştadır. Öyleyse “ikinci seviye” bir yaratık olan kadının yabancı erkeklerden kendini saklaması caizdir.

İpekçi, örtünmeyi sosyalliğinden kopartıp göklere çıkartarak nasıl bir baskı aracı olduğu hakikatini göz ardı ediyor. Tesettürü, kainatla ahenk sağlama biçimi olarak görürken, bugün doğayla en aracısız ilişkiyi kuran Afrika kabilelerinin yarı çıplak giyinme kültüründeki doğal ahengi yok sayıyor. Örtünmek, doğrudan kadın cinsel kimliğinin sokaktan silinmesine yönelik bir uygulama iken bu kimliksizleştirmeyi ilahi aşkın parçası olarak onaylamakla kalmıyor, yüceltiyor. Ama ne tuhaf ki, aslında kadının sokakta kimliksizleşmesi, bu kimliğin işaretlenmesinden başka bir şey değil. Nazilerce, Yahudilerin göğsüne asılan sarı yıldız gibi. Örtünmek, siyasal bir kimliğin tespiti anlamına gelirken Yaratan ile Yaratılan arasındaki özel ilişkiyi tanımlamaktan öte üçüncü şahıslara bir mesaj amacı taşıyor. Bu mesaj bir yandan cinsel kimliğin "günaha çağrısı"na işaret koyarken öte yandan bir siyasal tavır olarak kişinin durduğu noktayı ötekilere bildiriyor.



Tesettürü savunmak için ötekini aşağılamak: "Eğer ,yarı çıplaklık modern olmak ise, hayvanlar dünyanın en modern canlılarıdır. "


Ne tuhaf ki kadının giyinme özgürlüğüne şerh düşen tesettür, bu haliyle cinsel ayrıma dayanan bir baskı aracı iken, devletin yasakçı uygulamaları neticesinde, yıllar içinde mağduriyet alanına dönüştü. Orduevlerindeki düğünlere tesettürlü misafirlerin alınmamasına kadar uzanan insan onurunu aşağılayıcı uygulamalar, laikliği “Sünniliğin Batıcı yorumu” olarak kurgulayan rejim için anlaşılır olabilir. Özgürlükten ve “insan haysiyetinden” yana olanlar için değil. Ama örtünmenin kendisini “doğal ahenk”, “estetik uzay”, “eşyanın gizli manasına inmek” gibi süslü kelimeler eşliğinde güzelleyenlere de örtünmenin özgürlükle ilişkisini sormak gerekiyor.

Özgürlük, ilahî değildir. Yaratan ile Yaratılan arasında değil ancak insanlar arasında tanımlanabilir. Örtünmekle Allah’ın zati sıfatları arasında bir ilişki olmayacağına göre kadının varlığını kısıtlayan tesettürün sosyal amacına bakmak gerekiyor. Ve Allah’ın neden erkek egemen bir dünyadan yana olduğuna...

27 Temmuz 2009


Postscript-Hamiş: Yazıyı Blog'a almak için Leyla İpekçi'nin bir fotoğrafını aradığımda ilginç bir durumla karşılaştım. Leyla Hanım, Oda Tv'nin 11.04.2018 tarihli web sayfa haberine göre tesettürü zaman içinde terk etmişti. Zaman içinde diyorum çünkü görsellerden tedrici olarak örtünmeyi bıraktığı anlaşılıyordu. İnsanlar fikirlerini değiştirebilir. Sonradan sahiplendikleri fikirleri de geride bırakabilir. İnsanın olduğu yerde her şey mümkün. Dostoyevsky'den öğrendik. Lakin, bir fikri bu kadar şiddetle tutkuyla ve mübalağa ile müdafaa edip sonra bu kadar rahat vazgeçmek tuhaf ve çılgınca geliyor bana. İnsan kelimelerin şehvetine bu kadar kapılmamalı.



 
 
 

Comments


WhatsApp Image 2022-07-15 at 18.07.12.jpeg

Yolda olmak bir iç yolculuk mu sadece? Yolu  görüyorum. Gördüğümü gören gözlere ihtiyacım var..  Yoldaşsız yol alınmaz? Blog o yüzden var oldu. Birlikte yol almak için yola devam!

bottom of page