KAPANA KISILMADAN KAPANMAK
- Murat Utkucu
- 9 Eki 2022
- 12 dakikada okunur
TÜRBAN PARADOKSLARI

Birgün’ün 17 Şubat 2013 tarihli Pazar ekinde Burak Cop’un dikkat çeken bir daveti oldu: Yazar “Kapanmayı Tartış(a)Mamak” adlı makalesinde, sol cenahtan kimsenin, örtünmenin arka planı üzerine cümle kurmak istemediğini, ama artık meselenin kabuğuna değil de esasına dair bir şeyler söylemenin zamanı geldiğini yazıyordu. Ancak endişeliydi yazar: Sol; sınıf mücadelesi verirken kimsenin dini, imanı, örtüsüyle derdi olamazdı. Aksi bir durum, ezilenlerin siyasetini karartabilirdi. Çünkü o ezilen, horlanan, devletin, kocanın, patronun şiddetine maruz kalan kadınlar içinde ciddi oranda “tesettürlü” vardı. Sol için siyasi amaç, kadını örtüsünün altından çekip almak değil, sosyal kurtuluşunun dinamiklerini yaratabilmekti çünkü.
Ama hakikat odur ki, türban hiçbir zaman sadece türban olmadı. Siyasal simge olarak türban, kişisel özgürlük alanı olarak tanımlansa ve sahiden böyle olsa da aslında elli yıllık dinselleştirme operasyonunda tahayyül edilen Sünni kadın prototipinin resmi kıyafeti olarak seçilecekti. Türban ve manto-pardesü ikilisi kadının sadece dindarlığı hakkında değil, hangi din, hangi mezhep ve hangi cemaatten olduğuna dair fikir veriyordu.
İpekçi ailesinden Leyla İpekçi, henüz Taraf’ta yazarken bakın köşesinde tesettür hakkında ne diyordu: Örtü nasıl kumaş parçası değilse örtünen kadın da... yalnızca tenden ibaret kalan... bir kadın değildir. Örtülü kadın imgesi bize... gündelik hayatla metafizik hayat arasında kozmik bir bağlaç olduğunu sezdiriyor. Örtünmek sadece doğayla ötekilerle veya kâinatla ahenk sağlama biçimi değil aynı zamanda nesnelere karşı bir mesafe alma biçimidir... Bu anlamda sosyolojik bir olgunun ötesindedir örtünmek... Sosyolojiden öte sanat...(1)
İpekçi, bu satırları kaleme aldıktan üç yıl sonra kapandı. Halen Zaman gazetesinde köşe yazan İpekçi için örtünmenin bir tür metafizik ve Nirvana’ya ulaşma anlamına geldiği anlaşılıyor; biraz gecikmeyle de olsa yazar, kâinatla “ahengini” kurmuş görünüyor. Ancak meseleyi sanat ve evrensel temas boyutlarına taşıyan İpekçi’nin yazısında örtünmenin kâinatla değil, erkekle dolayısıyla toplumla olan teması düzenlediği, tam da bu nedenle fena halde siyasi olduğu hakkında tek bir satır yer almıyor.(2) Çünkü örtünmek, tekrarlarsak, asla sadece örtünmek değildir. Ama İpekçi yazısında tesettüre, o güne kadar kimsenin akıl edemediği uhrevi kanallar açarken aslında bir şeylerin de üstünü örtüyor. (Blognot 1)

Leyla İpekçi
İnsanlar giyinirler. Tabiat, asli unsur gibi görünse de aynı iklim koşullarına rağmen bu kadar farklı tarz-ı kıyafetin varlığı, giyim kuşam üzerinde başka etkenlerin de olduğunu gösteriyor. Kıyafet gelenekle taşınır, sosyal değişimin etkisiyle zaman içinde farklılaşır ve moda adını alır. Giyinmeyi ihtiyaç olmaktan çıkartıp insanileştiren dürtü ise şu: İnsan kendine yakışanı giyer. Kendine yakışan ise, aslında karşı cinsin yakıştırdığıdır. Ancak cinsel hayata dair bu yakışan-yakıştırılan diyalektiği her türlü müdahaleye açık görülüyor: Kültürel etkileşim, tarihsel değişim, inanç sistemleri, yerel ahlak, üretim ilişkileri - bugün için kapitalizm. Ama öz değişmiyor: Cinsel kimliği cazibe merkezi haline getirme ve karşı cinsi cezp etme isteği. Bu arzu çok katmanlı olup pornografi türü bir “saflaştırmayla” ilgisi bulunmuyor. Bu tür saflık hali, fantezi dünyasının hakikatine dâhil olsa da ne hayatın tek başına kendisi ne de hakikatin biricik yüzü.
Sünni İslam, kadının kendine yakışanı giymesine itiraz eder. Kadın bedeni, tersinden pornografik algıyla cinsel nesneye dönüştürülünce bu nesnenin örtünerek saklanması tabii ki kaçınılmaz. Kadın, sadece cinsel arzudan ibaret bir günah nesnesi olarak kurgulanır - bir tür biyopolitika; çünkü üreme, iktidar için ilgi çekici alanlardan biri. O istemese de karşı cinste alarmların çalmasına sebep olur. Baştan çıkarıcı, dolayısıyla günahkâr olan kadındır. Ama erkek ne hikmetse öyle değil. Oysa erkek bedeni de cinsel kimliğiyle bütün, kışkırtıcı ve günaha davetkârdır. Üstelik erkek cinsine, polijini - çokkarılılık için - ihtiyaçtan ruhsat verildiği halde! Burada, kadının histerik bir kimlikle öne çıkartılması önemli. Yoksa eş seçiminde hangi cinsin dominant, kimin tahrike müsait, kimin “tahrikkâr” olduğuna dair tartışma herhalde cinsiyetlere dair sosyal psikoloji hatta antropolojinin araştırma alanına dâhil. Sünni İslam’a göre, kadın bir tür ontolojik günahkâr! Örtünmenin amacı ise bu ontolojik durumdan erkeği ve toplumu korumak!
Ama günah da asla tek başına günah değil! Üreme ve haz nesnesi olarak kadının yapısal günahı, sosyal statüsünü de belirliyor. Kadın “ajitatif” cinsel kimliğini “dışarıda” kapatmakla yükümlü. Ama içeride yani namahrem ortamında özgür, çünkü içerde günaha davet yok! Kadın dışarıda kapanıyor; kapalı olmadığı zaman ise eve kapanıyor! Hâlbuki hayat sokaktır. Sokak, iktisadi, siyasi, sosyal hayatın üretildiği yer! Kadın, bu hayat fabrikasının dışına itilir ve bu nedenle de erkeğe tabi olur: “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için Saliha kadınlar itaatkârdır… Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin. Onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhlerine yol aramayın. (3)(Nisâ Sûresi 34. âyet)

Tesettürün amacı, Leyla İpekçi’nin ilahî ahenk iddiasının aksine Isrâ Sûresi 32. âyette anlamını bulur: “Zinaya yaklaşmayın”(4). Bir kadının evde akrabaları dâhil bir erkekle bırakın yalnız kalmasını, sokakta komşusuyla karşılaştığında sohbet etmesi bile Sünni anlayışa göre “zinaya yaklaşmak” olarak telakki edilir. “Kadın erkek ilişkileri genellikle bakmakla başlar. Bunun için gözü haramdan korumak zinadan korunmanın ilk şartıdır. Zinaya götüren yollar dokunmak, dinlemek gibi işlerdir. İnsanın kendi helali olmayan erkeğe veya kadına dokunması, sesini dinlemesi, onda meşru olmayan eğilimler meydana getirebilir, onu tahrik edebilir.”(5) “Tahrik”in önünü kesmenin ilk yolu tesettür oluyor. Ama tek yolu değil. Bu mantıkla kadın tesettürlü dahi olsa bakışmak, konuşmak, yani bir şekilde erkekle temas halinde olmak zinaya davetiye çıkarabileceğine göre, cinslerin birbiriyle temasının kesilmesi için kadının sosyal hayatla temasının kesilmesi gerekiyor. Zaten Sünni ideolojinin kadın meselesindeki ütopyası budur: Kadının hayat alanı evidir. Zayıf bağımlı ve yetersiz bir varlık olan kadın sokakta her türlü suiistimale açıktır. Zaten varlığı erkeği günaha sokmaktadır. Kadın, “fıtratından” kaynaklanan zaaf ve eksiklikleri nedeniyle saadeti evinde bulacaktır. Aksi hem kadın hem toplum için faciadır. “Fertleri erkek ve kadınıyla fabrikalarda şirketlerde pazar ve sokaklarda bir arada çalışan toplumlar beşeri bir enkaz görünümü veriyor insana” “Kadının sırf kendi fayda ve iyiliği için doğrudan doğruya erkeğin himayesi altında bulunması gerekir… Kadın harici işlerin hangisinde olursa olsun erkekle yarışmaya güç yetiremez… Kadın kendi tabiatına dönmüş olsaydı annelikte bulduğu meziyetleri idari yetki ve amirliğe değişmezdi. Kadının insanlık hayatında en önemli vazifesi insan cinsini muhafaza ve onun devamını temin etmekten ibarettir.”(6)
Yukarıdaki satırların bir kadın tarafından kaleme alındığının altını çizelim ve kendi cinsini yine bir kadına aşağılatacak kadar akıllar üzerinde tahakküm kurabilen dinsel ideolojinin kudretine bir kez daha tanık olalım.(7) Buradaki çelişki ise, bir kadın olarak bu satırları kaleme alan yazarın fikir “emekçisi” kimliğiyle üretim sürecinde yer alması. İşinin bir erkeğe verilmesini ihtimal istemeyecek olsa da aslında kendi kuyusunu bu satırlarla kazdığını biliyor belki bunu yaparak bir iş sahibi oluyor.
Kadını iş hayatından kovmanın ilk adımı: Tesettür
Sünni İslam için, kadın erkek yan yanalığı bütün kötülüklerin anası. Bunun için yan yana gelmenin şartları ortadan kaldırılmalı, yani kadın içeri alınmalıdır. Dışarıda ise varlığını karartmak, yani örtünmekle yükümlü. Dışarıdan kasıt sokak, yani bizatihi hayat! Kadın, hayatın içinde kendini görünmez kılmalıdır. Bu anlamda şahsi hürriyet olarak tarif edilen tesettür aslında Sünni sosyal paradigmanın işlevsel bir parçası. Sünni inanca göre, kadının iş hayatında yeri yok! Çünkü yaratılış - siz onu genetik okuyun - gereği, üretim süreci erkeğin faaliyet alanı ve bu alan, sadece kadının fıtratı değil, toplumun bekası gereği erkeğe ait olmalı.
Sünni ideoloji için, örtünmek, zinadan uzaklaşmak demek. Bu anlayışla başı açık kadın zinaya da açık! Ama meselenin aslı, kadının üretim sürecinden çıkartılması: Kadın örtülü de olsa erkekle aynı fabrika, büro, atölye, bakanlık, tapu dairesi, belediye vesaire her hangi bir işyerinde çalıştığı takdirde zinaya yaklaşıyor. Çünkü iktisadi faaliyet, erkeğin alanı. Dolayısıyla erkeğin hâkimiyetindeki bir sahada kadına yer açmak zinayı kışkırtmak oluyor. Sokakta, erkek komşuyla selamlaşmayı bile zinaya yaklaşmak suçundan mahkûm eden Sünni inanç için bu kabul edilebilir bir şey değil! Kadının varoluş mekânı hane. Evinde fıtratına uygun vecibeleri yerine getiren mümine, dışarıdaki hayata karışmaya inat ettiğinde, sokağa düşmüşten beter olmakta sadece kendi huzurunu kaçırmakla kalmayıp erkeğinin saadetine mani olmakta ve cemiyetin dengesini bozmaktadır. Hatta kadın cinayetlerinin sebebi de aynı zihniyet için bundan ibaret. Kadın kendini öldürtmemek için iş hayatından elini eteğini çekmeli evine kapanmalı, gerekirse efendi gibi dayağını yiyip kocasına itaat etmelidir. Bakın Sünni cephenin solculukla payelendirilen kalemlerinden Ali Bulaç neler yazmış: "Bence prensip olarak - dinî öğretinin tamamından ve beşeriyetin her bölgesinde ve din havzasında gözlenen örfünden anladığım kadarıyla - kadının birinci görevi annelik ve ev hanımlığıdır. Zaruret varsa iş piyasasında öncelikle onun emeğini hak edecek kadar ücretle istihdam edilmesi gerekir. Liberal kapitalist piyasa ise kadını farklı çerçevede evin dışına çıkmaya zorluyor; anneliği ve ev hanımlığını itibarsızlaştırıyor; pozitif ayrımcılıkla kadın yuva kurmuyor; erkekler bu şekilde kışkırtılmış kadınlarla evlenmek istemiyor; sonuçta olan yine kadına oluyor. Birkaç tanesinin iyi durumuna karşılık yüz binlercesi iş-aş peşinde koşturuyor, yalnızlık içinde hayatını sürdürüyor, bir süre sonra saçını başını yoluyor ama iş işten geçiyor. Erkeğin fıtrî rolünü kaybetmesi onu kadına karşı acımasız şiddete, vahşi cinayetlere sürüklüyor... Madem bizim kadınlar da bu modern tecrübeyi yaşamakta çok kararlı, yemekte oldukları “acı meyve”nin sonucunu beklemekten başka çare yok.(7)
Demek ki neymiş! Kadın kocasına biat edip evine kapanmaz ve toplum bu şekilde yeniden kurulmazsa “bu acı meyveyi kadın yemeye”, yani katledilmeye devam edecekmiş! Marks’ın öfkesi, Ali Bulaç’ı bu ülkeye sol İslam olarak lanse edenlerin üzerine olsun! Zaman yazarını ise, cinayete kurban giden onca mazlumun beddualarına havale edelim.
Buradaki temel soru şu: Zekâ ve yetenek bakımından erkekle arasında genetik fark bulunmayan kadının, doktor, mühendis, öğretmen, savcı, hâkim, büyükelçi olmaması için varoluşsal bir engel var mı? Bir kadın dozer kullanamaz mı? Pilot olamaz, kaptanlık yapamaz, kaymakam olamaz mı? Bir kadın, teknolojinin ulaştığı seviyede erkeğin yapabildiği tüm işleri yapamaz mı? Bu soruları, ne denli utanç verici olsa da hâlâ sormak zorunda olduğumuz bir ülkede yaşıyoruz ne yazık ki. Cehennemde yanar, cenneti hak ederken erkekle eşit konumda olan kadın, aynı inanca göre hayatta neden ast-üst ilişkisi içinde konumlanmakta bir cins diğerinin tabiiyetine girmektedir. Bu nasıl bir adalet anlayışı, bu nasıl bir vicdandır? Kuran, 1400 yıl önce kadının erkeğe tabiiyetini iktisat vurgusuyla ifade etmiş. Tebliğ edildiği çağ ve coğrafya için mevcut durumun ikrarı olan bu tespit, on dört asır sonra neden toplumsal hayata dayatılmak zorunda? Kuran’ın binlerce okuması içinde Sünni kıraat’in kadını köle ve yarı insan statüsüne mahkûm eden anlayışına bu topraklar neden yeniden mahkûm olmak zorunda!
Sünni inanç, erkeğin bir gömlek altında tanımlanan kadını eve kapamak ve erkeğin iradesine teslim etmek için kendine “ilahî” bir dayanak buluyor. Ama yaratılışa, yani genetik yapıya göre cinsleri hiyerarşik bir sıraya koyan bu zihniyet, basit bir ayrımcı siyaset değil, düpedüz ırkçılıktır! Kadının birinci görevini annelik ve artık nasıl bir paye ise ev hanımlığı olarak belirleyen Ali Bulaç’ın erkeğin birinci görevini babalık olarak görmemesindeki sebep de budur. Bu anlayışa göre, kadının üretim sürecine dâhil olması bütün huzuru kaçırmakta, toplum kaosa sürüklenmekte, ilahi ve dünyevi ahenk bozulmakta, nihayetinde erkekler çıldırıp kadınları vurmaktadır. Bu söylemin, Apartheid’den farkı yoktur: Siyahlar yaratılışlarına aykırı -zeka yoğun- işler yapamazlar. Yaparlarsa dünyanın ahengini bozarlar, hem kendileri mutsuz olur hem de onlardan daha zeki olan beyazlar. CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler, Kürtleri Türklerden “bilimsel” açıdan aşağı ilan ederken bu faşizan tutuma dini kullanarak bayrak açan Sünni kalemler, ne hikmetse aynı inanç sistemi içinde erkek ırkçısı olduklarını göremeyecek kadar kör ve riyakâr tutum içindeler. Ali Bulaç ve benzerleri, kadını üretim sürecinden çekerek onların iktisadi dolayısıyla sosyal özgürlüğünü elinden almayı hedefliyorlar. Çünkü iktisadi bağımsızlık kadınları “kışkırtıyor”. Bu açıdan Bulaç doğru söylüyor: Çalışan kadın, tabiiyet ilişkisinin dışına çıkarak özgürleşir. Özgürlük ise kışkırtıcıdır. Ama nasıl ki iktisaden bağımlı toplum sömürge statüsünden kurtulamazsa, iktisaden bağımlı insan da köle statüsünden kurtulamaz. Sünni ideolojinin kadın meselesine bakışı budur.

Sosyalizm, türbanlının aklını çelerse!
Türkiye Sünniliğinin bir kadın projesi var ve bu projenin her iki cins için de hayırlara vesile olacağını söylemek zor! Türban, bu projenin önemli bir parçası. Kadınların Sünni profile uygun hale getirilmesi için öncelikle bu profile yaklaştırılmaları gerekiyor. Tesettür, bu yaklaşmanın en önemli adımı! Bir kadın için çalışmak, bütün sıkıntılarına rağmen kendi kazandığı ekmeği kimseye eyvallah etmeden yiyebilme özgürlüğü adına tercih sebebi. Çünkü bağımlılık, asalak yaşam anlamına geliyor ve insanı onursuzlaştırıyor. Kadın, onurlu bir hayat için kapitalizmin boğuculuğuna rağmen, evde koca beklemek gibi bir edilgenliğin parçası olmak istemiyor. Bu tip bir kadını Sünni projeye uygun hale getirmek pek kolay olmasa gerek. Sadece kapanmanın bir zorlayıcılığı yok gibi. Siyasi etki ve sosyal baskının etkisi altında kadın gönüllü ya da değil örtünüp “modaya” uyarken hayatını eskisi gibi sürdürmek istiyor. Kapatanların da buna ilk aşamada itirazı olmuyor. Ama tesettür, “ilahi” talimatlara daha açık olmak demek. Mevcut cinsiyetçi Sünni paradigma, kadınları söz dinler hale getirmek için neredeyse elli yıldır bir tesettür kampanyası örgütlüyor ve faaliyetine AB standartlarından girip eğitim burslarından çıkarak bin bir yöntemle devam ediyor.
Şunu ikirciksiz ifade edelim: Türban, inanç özgürlüğü bağlamında bir haktır. Kimse inancı nedeniyle aşağılanamaz, kötü muamele ve ayrımcılığa maruz bırakılamaz. Tesettüre ilişkin gizli ajanda ne olursa olsun, sol siyasetin bir ayağı buraya basmalıdır. Fakat her siyasi simge bir hikâye ve hedef demek: Türban da kendi siyasi projesini temsil ediyor. Proje, o mümtaz ve ilahi ev hanımlığı vazifesiyle üretimden koparılan kadının sosyo-ekonomik tarihsel kazanımlarını ilga etmek istiyor. Sol siyasetin dur çekeceği hat burasıdır.
Eğer tarihin ekonomi politiğini biliyorsak bu anti-kadın projeye karşı sadece sol değil, tesettürlü emekçi kadınların da dur diyeceğini görmek için allame-i cihan olmak gerekmiyor. Kemalist modernizm, bütün günahlarına ve Sünni-laisist bir din devleti kurmasına rağmen, iki olumlu noktada Türkiye toplumunun boyut değiştirmesine ön ayak oldu. 1. Vulgar pozitivizm üzerine inşa edilse de bilimsel düşünce, ilahi dogmatizme karşı üstünlük sağladı. 2. Cinsel kimliğinden soyutlanmış da olsa sokakta görünür olma ve siyasi haklar alanında kadın, eski rejime göre özgürleşti. Doksan yıl sonra cumhuriyetin mülkiyetçi otoriter bir Sünnilik ekseninde yeniden kurulduğu bu günlerde, artan sayıda kadının Sünni inancın çekim alanında dini değerlere göre hayatlarını düzenledikleri görülüyor. Ama bu kadınlar, doksan yıldır erkekle en azından yasal düzlemde eşit görüldükleri bir rejimde yaşadılar. Fabrikalara çekilen kadın, “makineler eline diken gibi batarken” belki farkında bile olmadan özgürleşti. Şimdi o özgür kadınların, türbanla kendilerini bağlasalar da bulundukları mevziiden daha geriye çekilmeye razı olacaklarını kim iddia edebilir?
Her siyasi proje bir toplum mühendisliği çalışmasıdır; tahayyüllerden oluşur, kurmacadır. Teorinin hayata, evdeki hesabın çarşıya nasıl uyacağını ise pratik gösteriyor. Kadınların tesettürlenmesi, 12 Eylül darbesiyle hız kazanan ve 2000'lerin başında Sünni İslamcı partinin iktidara büyük çoğunlukla gelmesiyle moral ve siyasi üstünlüğünü ilan eden bir “cinsel dönüşüm planı”. Böyle olduğu halde kamuda türbana ilişkin yasal düzenlemelerin, üstelik BDP’nin teklifine rağmen neden yapılmadığı sorulabilir: Bunun iki sebebi var: İlk olarak Sünni Parti, siyasetin dinselleştirilmesini ağır, ama emin adımlarla ilerleyen bir program dâhilinde uyguluyor. Yani şimdi değilse henüz zamanı gelmediği için. İkincisi ülkede toplumun dinselleşmesiyle birlikte çok sayıda eğitimli kadın tesettürlendi ya da çocukluktan yetişkinliğe örtünerek girdi. Şimdi iş beklentisinde olan kadın ve türbanlı büyük bir kitle kapıda bekliyor. Bu kitlenin işe girmesi iktisadi özgürlüklerine kavuşup “kışkırtılmaya” hazır hale gelmeleri demek oluyor. Belki de Sünni Parti bunun önüne geçmek için süreci uzatıyor.

Ne olursa olsun türbanlı, eğitimli ve emekçi büyükçe bir kadın kitlesi ortada durmakta. Bu kadınlar ekonomik özgürlüğün ne demek olduğu biliyorlar ve bundan ödün vermek niyetinde değiller. Çocukları var, kapitalizmin zorlu koşullarında analık etmeye devam ediyorlar. Fakat kapitalizm ve mülkiyetle hiçbir derdi olmayan, sadaka-sevap ilişkisi üzerinden ilahiyattan aldığı destekle sınıf savaşını örtmeye çalışan Sünni iktidarın onları eve kapatmasına “uysal bir koyun” gibi rıza göstereceklerini sanmak saflık olur. Kaldı ki bu kadınlar kendilerini erkekten aşağı da görmüyorlar. Sorulsa kadın cinayetlerini önlemek için eve kapatılma fikrine şiddetle itiraz edecekleri de tahmin edilebilir. Kısaca bu türbanlı kadınlar, aslında seküler dünya görüşünü benimsiyorlar ve bu modernizmin sunduğu cinsiyet eşitliği ve özgürlükten hiç de vazgeçmek niyetinde değiller. Ama dindarlaşmanın sonucu olan siyasi biat’ın bu itiraz üzerindeki yıkıcı etkisini görmek gerekiyor. Sol, bu noktada “eve dönüş planı”nın maskesini düşürmek için ön alabilir. Bu arada kadının üretim sürecinden tamamen çekilmesinden bahsedilmediğini vurgulayalım. Ali Bulaç’ın ihtiyaç olarak nitelediği, ihtimal doğrudan kadınları ilgilendiren sektörlerde istihdam söz konusu olacaktır. Belki toplumun erkek ve kadın olarak bölünmesi nedeniyle doktorluk, öğretmenlik gibi mesleklerde ikili öğretim ve hizmet de gündeme gelebilir. Sünni iktidarın ne düşünüyor olduğunu bilmek kolay değil. Ama işsizlik meselesini kadını istihdam sürecinden kopartarak çözmek isteyeceği görülüyor. Sünni sosyal imar planı ise tedricen hayata geçiriliyor.
Tam da burada solun tesettür üzerinden bir din tartışmasını siyasi alana taşımak yerine kapalı, açık fark etmez bütün kadınları emekçi kimliğiyle kucaklaması önemli! Grev meydanlarında türbanlı kadın işçilerin sol yumrukları havada mücadeleye katılmaları, inancın değil, ihtiyaçların insanları sınıf ve mücadele temelinde ikiye ayırdığını gösteriyor. Bir tarafta, açık ya da değil sermaye temsilcisi kadınlar; öte tarafta, türbanlı ya da değil işçi sınıfının kadın neferleri. Marksist sol, mevcut dünyayı iki temel insan tipi üzerine kurar: Proleter ve burjuva. Ama hayatın renkleri ve geçmişten miras kalan günahları vardır. Bu nedenle etnik, dinsel, mezhepsel, cinsel baskının olduğu yerde solun tavrı her türlü faşizme karşı özgürlükten ve ezilenlerden yana olmaktır. Camilerin açık olmasını sol adına savunmak dine yönelik felsefi eleştiriden kaçınmak anlamına gelmez. Türban serbestîsini savunmak da, tesettür sosyolojisi üzerine araştırma yapmaya engel değil! Ama kadınların türbanlılar ve diğerleri olarak kategorize edilmesi, Sünni muhafazakârlığın tam da istediği şey. Böylece emek ve kadın meselesi türbana sarılarak geri plana itilirken fabrikalarda çalışan kadınların emekçi kimliği de gizlenmiş oluyor. Türban takmak, Tanrı inancı gibi kişisel bir tercihtir. Her türbanlı kadın, hâkim Sünni ideolojinin mülkiyetçi kodlarıyla düşünmek zorunda değil. Toplumsal dinamikler bu kadınların bir bölümünü muhalifleştiriyor. Belki sol bir dalgada aslında solcu olacak kadınlar mevcut sağ siyasi iklim nedeniyle Sünni ideolojinin periferine yerleşmiş de olabilir. Ne olursa olsun, sol siyaset için dinin bizatihi kendisi bir mücadele alanı değil. Ama din, mülkiyetçi otoriter siyasetin fetva makamı, zengin sofralarının baş tacı, ezenlerin vicdansız kelamı olduğu müddetçe bu dinle hesaplaşmak solun boynunun borcudur. Ama zalimlerin diniyle hesaplaşmak, aynı zamanda vicdanlı dindarların da boynunun borcu! Ebu Leheb’in mallarının bekçiliğine soyunan Sünni ideoloji için, aynı surenin sol yorumunu yapan İhsan Eliaçık dünyanın iki sınıflı fotoğrafı için iyi bir örnek olabilir. Mülk sahipleri ve mülksüzler… Ezenler ve ezilenler. “İbadet denilince de İslam’da dâhil hepsi birbirine karıştırılarak, namaz, oruç, abdest, camiye, kiliseye veya havraya gitmek, günah çıkartmak, yağmur duasına çıkmak vs. akla geliyor.Neden din denilince akla hak, hukuk, adalet, işgaller, zulümler, tecavüzler, yoksulluk, yolsuzluk, sokak çocukları, özürlüler, açlar, susuzlar, giderek artan boşanmalar, dağılan aileler, işsizler, zam, zulüm, işkence, plansız şehirleşme, trafik, gecekondu, sanat, edebiyat, şiir, felsefe, müzik, sinema, tarih, tabiat, uygarlık vs. vs… gelmiyor”.(9)
Dinin ezilenlerden yana bir okuması da var. Geç Osmanlı ve cumhuriyet döneminde pek rastlamasak da bugün artık Sünni inancın içinde inceden boy veriyor bu okuma. Derdimiz dinsel alanı solculaştırmak değil. Zaten sol, ideolojik üstünlüğü ele geçirdiği tarihsel aşamada diğerleri üzerinde etki yaratacaktır. Ama iki sınıflı bir dünyada dindarın ya da dinsizin; Protestan ya da Hanefi’nin Aborjin ya da Ahıska Türkünün hayatını belirleyen temel dinamik şudur. Emek-sermaye çelişkisi.
Kadının özgürleşmesi, bedeni üzerindeki söz hakkına el koymasıyla gerçekleşecek. Buna tahakkümcü kılık kıyafet politikaları da dâhil. Tesettür, dinsel tahakkümün tezahürü gibi görünse de kadınların mevziinin neresinde duracağı, kılık kıyafet ya da söyleme bakarak belirlenmiyor. Siyasi hak ve vicdan mücadelesi, bütün simgelerin üzerini çizip geçiyor. Yine de özgürlük, iktidarın karşısında ve dışında pozisyon almak ise, bu solda durmakla mümkün ve erkeğin oyuncak-hizmetçisi olarak kurgulanan kadın için bu daha da böyle.
Sol siyaset, ön aldıkça simgeler geriye düşerken sınıf ve kadın mücadelesi belirleyici olacak! Bizim tahayyülümüz de budur.
Nisan 2013
Kaynakça
1. Örtünmeden örtünmek, Leyla İpekçi, Taraf, 17.07.2009,
2. Örtünmenin Felsefesi, Murat Utkucu, Radikal İki, 26.07.2009
3. Kuran’ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali, Heyet, Kral Fehd Mushaf-ı Şerif Basım Kurumu, Medine, Sayfa, 83
4. Agy, Sayfa 284
5. Zina Nedir? http://www.islamiforum.info/diger-sorulariniz/40565-zina-nedir-hangi-davranislar-zinaya-girer.html
6. İslam’da Kadın Evlilik ve Aile Hayatı, Ümmühan Hambeyoğlu, Hikmet Neşriyat, İstanbul, 2001 Sayfa 38
7. Kapsamlı değerlendirme için Kur’an Okumaları, Vahiy Bilgisinin Eleştirisi, Murat Utkucu, Ankara, 2006
8. Başörtülü Aday Yoksa Oy da Yok! Ali Bulaç, Zaman, 14.01.2013
(*)Mesele kadın-erkek karşılaşmasının önüne geçmek, cinsel hayatı total olarak düzenlemek ve üreme ve cinsel temas üzerinde kontrol kurmaksa zina gibi istenmeyen ilişkilerin tamamen ortadan kaldırılması için daha köklü önlemler almak gerekir. Mesela kadın ve erkeklerin ayrı şehirlerde oturması ve belli zamanlarda bir araya gelmeleri gibi. Aksi takdirde tesettür ve bir cinsin tecrit edilmesi de zina meselesine çözüm olmayacaktır. Çünkü kadın ve erkeğin bulunduğu ortamda bu tür ilişkiler yaşanır. Ama buna engel olmak için öne sürülecek çözüm yolları, bu kez farklı cinsel tercihleri kışkırtmakla kalmayacak hayat cinslere ayrılmış bir toplama kampına dönecektir.
Blognot 1: Bu yazının yayımlandığı tarihte Leyla İpekçi tesettüre girmişti. Ancak Odatv haber sitesinden öğrendiğimize göre sonraki yıllarda başörtüsünü tedrici şekilde çıkaracak nihayetinde twitter hesabında görüldüğü üzere kullanmaktan tümüyle vazgeçecekti.

Comments