KOŞU BANDINDA ÇAĞ ATLAMAK
- Murat Utkucu
- 18 Tem 2022
- 4 dakikada okunur
“Hükümetin işlevi yurttaşı hataya düşmekten korumak değildir; yurttaşın görevi hükümeti hataya düşmekten korumaktır” (1) 1950 yılında, bir ABD yargıcı tarafından söylenmiş bu sözün Türkiye siyasi literatüründe karşılığı yok. Kanuni’nin meşhur beyitinde geçen “muteber devlet” in manası, ayrı bir tartışma konusu olsa da bugünkü karşılığı hikmetinden sual olunmaz bir ilahî varlık. Öyle bir “ilahiyat” ki memurunu da iktidarını da kutsallaştırıyor. Adana Baro Başkanı’nın dayanak yazı talebine “Biz devletiz!” diye karşılık verip sonra karga tulumba talep sahibini gözaltına alan polis şefini düşünün.(2) Kendisini bizatihi devlet sanıyor. Öylesine özdeşleşmiş bu mümtaz müessesesiyle medeniyetin. İşin absürd yanı, çoğunluk için bu tuhaflık, takdire şayan: “Polis kendini devletine adamış; ne var bunda canım!” Mantık bu. İnsan gün batımından etkilenip “Kâinat benim” diyebilir. Hüzün de verir mutluluk da bu his. “Kâinat benim” demenin ne güneşe ne galaksilere zararı var. Zaten kimin umurunda! Lakin devletin memuru dedi mi iş değişiyor. Siyaset felsefesinin kapısından giriyoruz çünkü. XIV. Louis’in sözünü , -hani şu giyotine başını kaptıranın akrabası- tekrar yazalım şuraya: “L'etat, c'est moi.” Yani şu meşhur “Devlet Benim!” Güneş Kral” tüm devlet erkini kendinde toplarken bir monark olduğunun bilincinde halkına hatırlatıyor gerçeği. O polis şefi ise cüz’i bir memur olduğu halde devletin bizzat kendisi olduğunu düşünüyor ve buna inanıyor. Sahi bu ülkede monarşi yok değil mi? Oysa polis, devleti değil kanunu temsil eder. Aslında devlet görevlileri devlet denen aygıtın temsilcisi sıfatıyla makamlarında bulunmazlar. Kanun adına oradadırlar. Yetkilerini kanundan alırlar yani. Ve kanunun kaynağı da bir başka Fransız’ın aklından çıkmış siyaset teorisinde anlamını bulacaktır: Toplumsal Sözleşme. En basit anlamıyla yurttaşların bazı haklarını devrettikleri ve karşılarında hizmet aldıkları kurum. Son tahlilde yurttaşların iradesini temsil eden kurum. Kısaca devlet, kanundan ibarettir. İbaret olması gerekir. Demokratik devletten söz ediyorsak tabii. Bir western filmi hatırlıyorum. Adı; Lawman, yani Kanun Adamı.(3) Başrolde Burt Lancaster. Filmdeki federal şerif, ısrarla kanunun “adamı” olduğu söylüyordu.Mesela Washington’ın değil! Bir zamanlar Yeşilçam filmlerinde de “Kanun Nanıma” ifadesi kullanılırdı. “Kanun namına teslim ol!” Oysa bu ülkede Kanun, devlet denen mutlak güç aygıtını sınırlandıran ve yurttaşların bir arada yaşaması için yine yurttaşların iradesini temsil eden kurum tarafından çıkarılan düzenleme anlamına gelmez. Kanun, daha çok, devletin gücünü daha da büyütmek için memurlar ve iktidarlar tarafından yorumlanan metinlerdir. Hatta bazen uygulamak şöyle dursun, memurlar tarafından kutsal devlet uğruna hasır altı edilen ve bu hasır altı durumları bazen AYM bazen AİHM’nce tespit ve mahkum edilen metinler. Oysa Şerif Jered Maddox yani bizim Burt Lancaster, 890’larda bile dünyayı sarsarak gelişen büyük bir devletin memuru sıfatıyla devlet değil yasa adına görev yaptığını hatırlatır çetelere. İşte tam da burada; Adana Baro Başkanı’na ailesiyle yemek yerken kimlik soran ve hangi yetkiye istinaden bunu yaptığını öğrenmek isteyen başkana, devlet olduğunu hatırlatan o polisin Jered Maddox’tan öğrenmesi gereken bir hukuk ve siyaset felsefesi dersi var. Yargıç Robert H.Jackson’un sözüne bakıp da ABD ile Türkiye’nin varoluş koşullarının farklı olduğunu söyleyen çıkarsa haklıdır. Birleşik Devletler, Oral Sander’in derste anlattığı gibi kabuksuz yumurtan çıkmış gibiydi ve feodal Avrupa’nın günahlarından azade bir devletti. 1776 İnsan Hakları –üstelik- Evrensel Beyannamesi’nin ilan edildiği bir ülkeden söz ediyoruz. Türkiye ise hem “dış mihraklı” hem ülkeyi kurtarmak kaynaklı Islahat, Tanzimat ve Meşrutiyet denemelerinden sonra İttihat Terakki eliyle, yasanın ve milletin üstünde kutsal devlet ideolojisinin vatanı kurtarmak duygusu ile birleşerek devlet aklını inşa ettiği bir ülke oldu. Halen böyle bir akılla yönetiliyoruz: Kronik “tehdit altındaki beka algısı”! Bu akıl, bekası için öncelikle yurttaş hak ve özgürlüklerini tehdit olarak görüyor. Şu da var tabii:İstisnasız tüm devletler için dış tehditten önce alt edilmesi gereken iç tehdit sözkonusu. Nazi Almanyası’nda yok edilen ilk kesim Alman Komünist ve demokratlarıydı. O “yüce ari ırkının seçkin temsilcilerine” bile acımadı Nazi Makinası yani. Sonra Yahudi ve çingenelere sıra gelecekti. Çünkü Alman Komünisti yahudiden bile daha ”korkunç” bir tehlikeydi Nazi devleti için. Böyleydi çünkü devlet için yurttaş soyut bir kavram değildir. İdeal yurttaşın yanında, tehlike arz eden ve kanunun koruması altında olmayan bir yurttaş tipi her zaman bulunur. 2005 yılında “sözde vatandaş”lardan söz eden Genelkurmay Başkanlığını hatırlayın. Çünkü devlet, sınıfsal siyasal güç odaklarının mücadelesine birinin lehine ötekilerin aleyhine müdahale eden bir kurumdur. Devletin içinde de mücadele devam eder. Lise ders kitaplarına inanmayın. O yüzden Yargıç Jackson’un hükümeti uyaran yurttaş tipi, hükümet ve hükümetin yönetimindeki devletçe düşman ilan edilecektir. Devletin ve devlet aygıtına hükmeden Hükümetin yurttaşa mütemadiyen ayar verdiği bir yönetime karşı legal ve meşru yöntemlerle hükümetine ayar vermeye kalkan yurttaş. Yurttaşın siyaset etme kanallarını zorlayarak sadece seçim zamanlarında değil 7/24 siyaseten fikir ve eylem üretebildiği bir anlayış. Ve bunun için de temel özgürlüklerin korunduğu bir ortam. Demokrasi yani şu bildik burjuva demokrasisi aslında budur. Baskın Oran, İş Bankası’dan gelen talep üzerine 1982’de Atatürk Milliyetçiliği’ne ilişkin bir makale yazdığını ancak darbe koşullarında İş Bankası’nın bu makaleyi kitaplaştırmaktan vazgeçtiğini söyler bir mülakatında. Daha sonra doçentlik tezi olan bu makaleye ilişkin “Allah’tan dönemin askeri savcısının eline düşmedi.” diyecektir.(4) Düşse kendisi de “mahpus damlarına” düşecektir çünkü. İfade özgürlüğü olmayan bir toplum teknoloji üretebilir mi? Evet. Üretir. Lakin, fikrini açıkça beyan etme ve beyan edecek imkanlara sahip olma hürriyeti olmayan bir toplumdan medeniyet üretmesi, bu medeniyetin insanlığın mürşidi olması beklenebilir? Hayır! Beklenemez. Düşünce, eleştireldir aynı zamanda. Yeniyi yaratmak, ancak mevcudu kritik ederek mümkün. Eleştirinin olmadığı bir ülke, iç dinamikleriyle gelişip değişebilir ve yol alabilir mi? Aldığı yol, yeni ufuklara ulaşabilir, hatta ufuk yaratabilir mi? Korku dağları beklerken kalem yazabilir, dil konuşabilir, akıl düşünebilir mi? Cümleleri eğip bükerek, fikri bin bir örtü ardına gizleyerek, eleştiriye uşak smokini giydirerek (emekçi uşaklardan özür dileyerek) düşünmek mümkün olabilir mi? Sesi içerde, fikri akılda boğmak entelektüel intihar değil mi? Entelektüel yaratıcılığı boğulmuş toplum, kendine yük değil mi? Bir Gazeteci Üstadım anlatmıştı. Eylül darbesi zamanları. Köşe yazması istenmiş. O da gazete patronu ile görüşmeye gidiyor. Tanışma seremonisinden sonra gazete sahibi diyor ki üstada: “Aman efendim. Ne yazarsanız yazın, gözünüzü seveyim ters bir şey olmasın. Anında kapatırlar. Yani bana da yazık gazeteye de. O kadar emek veriyoruz. İşte görüyorsunuz siz de!” Üstad cevap vermiş “Sadece kapatsalar iyi. İçeri de atarlar. Üstelik yazılanlar yasal ama darbecilerin hoşuna gitmeyecek bir fikir geçmeyecek içinden. Böyle yazmak, kalemi kırıp atmak demek!” O günlerden bugünlere az gittik uz gittik dere tepe düz gittik ve dönüp baktığımızda yürüme bandının üzerinde kan ter içinde koşmaktaymışız meğer. Banttan inip sokaklara kırlara çıksak… Çıplak ayakla… Murat Utkucu (1) Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, Carl Sagan, Çev.Miyase Göktepeli, Tübitak-YKY Yayınları, Syf.337
Comments