Geleneksel Bayrak Krizi Şenlikleri’ne Hoşgeldiniz!
- Murat Utkucu
- 31 Tem 2022
- 6 dakikada okunur

Biliyorsunuz iki hafta önce Geleneksel Bayrak Krizi Şenlikleri’ni idrak ettik, büyük şehirlerimiz, dış temsilcilikler ve tabii ki yavru vatan Kıprıs’ta... Hava Kuvvetleri Üssü’ne giren kimliği şaibeli ve maharetli bir kişi ustalıkla tırmandığı direkten aynı maharetle bayrağı alıp aşağı indi ve kitlenin ortasına bırakıverdi: Alın n’aparsanız yapın diye. Akabinde, ülkenin batısında coşkulu kalabalıklar, meydanlarda Kürt kovalarken Arif Nihat Asya, güvercin düşmanı şiiriyle kürsünün başköşesinde yine haykırıyordu: Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım. Seni selâmlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım. İşin tuhafı, o gün kazılmış bir mezar vardı ve Lice’de asker kurşunuyla 23 yaşında sırtından vurularak öldürülenRamazan Baran, mezarının başında bir tabutta upuzun yatıyordu. Doğrusu ya Ramazan, o bayrağa asla Arif Nihat Asya gibi bakmamıştı. Neyse ki eğlenceler sırasında batıdan bir ölüm haberi gelmedi. Güneydoğu’da ise kolluk kuvvetleri her zamanki rutin faaliyetine devam ediyor, 15 yaşında bir çocuk başına isabet ettirilen kapsülle can veriyordu.
Geleneksel Bayrak Krizi Şenlikleri, biri sosyolojik diğeri politik olmak üzere iki fotoğraf çekip önümüze koydu. Sosyolojik negatif bir kez daha gösterdi ki Milliyetçi- ulusalcı- dinci ya da seküler fark etmez, Türklerin gözünde, Kürtlerin insan olarak değeri sıfırın altındadır. Sivil bir eylemde asker kurşunuyla öldürülen iki can değil de cenazelerinde indirilen bayrak infiale yol açıyorsa ortada derin bir insanlık sorunu var demektir. Zaten bu ülkede devlet ve bayrak her zaman yurttaştan daha değerli olmuştur. Hele ki Kürt’ten çok daha değerli. Ancak bir farkla: Geçmişte devlet, inkâr üzerinden bölücülük yaparken bugün bu siyaset, Türklerin büyük bölümünde karşılık bulmaktadır. Seksen yıllık İnkılâp Tarihi dersleri amacına ulaşmış, Kürtlerin bugüne kadar müfredata sızabildiği tek konu başlığı olan Zararlı Cemiyetler, zaman içinde ilkokul mezunu yurttaşın aklında Kürt Zararlısı’na dönüşmüştür. Bu nedenle mesela sanal âlemde biri bana “Kürt arkadaşlarım sizden çok daha Türk” diyebilmiş. “Mesele tam da bu Hanımefendi, siz Kürtleri olduğu gibi kabul edemiyorsunuz” dediğimde cevap gelmemişti. Onun için ancak asimile olmuş Kürt’ün mana ve ehemmiyeti vardı. Aksi takdirde gelsin köy yakma şenliklerigitsin linç fener alayları. Bundan fenası da var ama: Kürt’ün kendini sahiden zararlı görüp Türk’ün sevgisini kazanabilmek için o “Fransız aksanlı” Türkçesiyle (Egeliler, Kürtlerin bir tür Fransa lehçesi konuştuğunu düşünür) Onuncu Yıl Nutku’nun son cümlesini mütemadiyen haykırması. Kasette dönen Kürtçe türküyü dış kaynaklı müzik olarak dinlemesi, yetmedi aşiret tarihini Ergenekon’a bağlaması! Boşuna değil herkesin çok sevdiği milliyetçi bir Kürt arkadaşının olması. Tümü de yalan söylüyor olamaz değil mi? Ama buna da şizofreni diyor uzmanlar. Yıllar önce bir psikiyatr şöyle demişti bana: Seni sen olarak sevmeyene kendini sevdiremezsin. Boşuna çabalama! İmkânsız aşkın peşindeki Kürt dostlara duyurulur. İkinci olarak Bayrak Krizi Şenlikleri, herkesin bildiği ama kimsenin görmeye tahammül edemediği bir hakikati çıkarıp panoya astı: Türkiye tek devlet tek bayraktı ama iki coğrafyalıydı! Siyasi kimlikleri, beklentileri, özlemleri, dilleri, hafızası ve daha vahimi siyasi sınırları farklı iki halk bu iki coğrafyada yaşamaktaydı. Bayrak indirme olayına verilen tepkilere bakın, matruşka bebek misali ülke içinden iki farklı ülkenin çıktığını rahatça görebilirdiniz. Olay sonrası batıda yaşananlar infial olarak ifade edilirken doğusundan gelen “resmî açıklama” ulusal değer ve simgelere hassasiyetin altını çiziyordu. Yani iki taraf da olayı kınıyordu: Ama biri kendi ulusal değerlerine hakaret edildiğinden, ötekiyse başkasının değerlerine saygısızlığı onaylamadığından! Kürtler, bu eylemi yersiz buluyor ama bunu kendilerine yönelik milli bir hakaret değil, provokasyon ve savaşa sebep olacak aptalca bir hareket olarak nitelendiriyorlardı. Oysa ülkenin diğer coğrafyasında insanlar ellerini ısırıp neredeyse ağlıyor, üstüne Kürt çevirme yapmak için meydanlara iniyorlardı. Yani ortada duygusal olarak yarılmış iki coğrafya vardı. Aslında bunu Roboski Katliamı’ndan üç gün sonraki yılbaşı partilerinde de görmüştük. O gece ülkenin yarısı göbek atarken diğer yarısı göbek atar gibi yapıyordu. Van Depremi’nde üşenmeyip kirli donlarını yardım için gönderen ulusalcısı, Allah cezalarını verdidiyerek ilahi sismolojik yorumlar döşenen mütedeyyini, polisimize taş attınız şimdi gelip taşı kaldırmamızı mı istiyorsunuz? diyen faşizmin dibi TV yorumcusu hep beraber bize bir şey anlatıyordu: Ülkenin batısı ile doğusu çoktandır aynı şeylere üzülmüyor aksine birinin üzüntüsü diğerinin sevincine dönüşüyordu artık!
BİZİM MAHALLE- KARŞI MAHALLE
Dikkat edin bayrakla ilgili ne kadar “şenlik” varsa hepsinde suçlu, ülkenin doğusundan çıkmaktadır. Eğer eylem batıda gerçekleşmişse mutlaka doğunun parmağı vardır bu işte. Mersin ve Ankara şenliklerini hatırlayın. Peki, bir anarşist grup mesela İzmir’de bayrağı gönderinden indirmeye kalksa aynı siyasi tepkiye maruz kalır mı? Cevap basit: Hayır! Tabii dayaktı linçti, şenliğin ayrılmaz kutlamaları, racon gereği icra edilecektir ama kimse onları bölücülükle suçlamayacak zaten anarşistler de başka ulusun değerleri falan demeyeceklerdir. Çünkü o anarşistler içeridendir. Yani Türk’tür yani bir tür bizim sokağın yaramaz çocukları. Karşı mahallenin değil ama. O yüzden şiddetin dozunda değişiklik olmasa da siyasi bakış çok daha başka bir yerden ses verecek, nefretin dozu düşecektir. Bu ayrım o kadar keskindir ki ulusalcı mukaddesatçı Türklerin her zaman çok iyi birkaç yontulmuş Kürt’le ahbap olabilmesinin hikmeti tam da budur. Çünkü Kürt, Türk’e güvenmez. Hissiyatını haklı olarak paylaşmaz. Çünkü karşıdaki sözüm ona kardeşi gördüğünü her an hain ilan etme potansiyeli taşımaktadır. Çünkü Kürtlük, bir tür potansiyel ihanettir sıradan TC vatandaşının gözünde. Eh siz de olsanız çoluk çocuğunuzun güvenliği için iyi Türk rolü yapardınız. Yalnız, rolüne kendini fazla kaptıranların sayısı hiç de az değil hani. Ki Kürtler bu oyunculara CAŞ diyorlar. İster doktoralı olsun ister ilkokul mezunu sıradan TC yurttaşına Kürt Meselesi’ni anlatmak atomu parçalamaktan zordur. Bunun için Roboski’de ne olduğunu asla idrak edemezler. Etmek de çoğunun işine gelmez zaten. Türkiye adındaki ülkede Kanuni dönemi ve çok öncesinden beriKürdistan denen bir coğrafya olduğunu kavramaları doksan yıl aldı. Ama üç devlet üzerinde konumlanan bu gizli coğrafyanın, insanı, kültürü, dili, tarihi ve ticari ilişkileri ile hakiki ve tarihî bir ülke olduğunu idrak edebilmek için önce resmî akla format atmak gerekiyor. Roboski’de katledilen köylülerin kaçakçı değil de bu de facto ülkenin sınırları içinde namusuyla para kazanmaya çalışan insanlar olduğunu sezmek için ne biliyorsan unutman gerekiyor. Elli liralık kaçak mazot için bu dünyada hangi hava kuvvetleri yurttaşını bombalar? Cesetleri at sırtında taşınan genç ölülere hangi ülkede “ama onlar da kaçakçılık yapmasalardı canım” denir? Sanki Ankara’da işportacıları kurşuna diziyorlar gibi! Ahmet Arif’in o korkunç şiirini hatırlayın: Şiirde ifade edilen ülkenin neresi olduğunu solcular dâhil kaç kişi anladı bu tarafta: Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız, Karşıyaka köyleri, obalarıyla, Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, Komşuyuz yaka yakaya, Birbirine karışır tavuklarımız, Bilmezlikten değil, Fıkaralıktan Pasaporta ısınmamış içimiz Budur katlimize sebep suçumuz, Gayrı eşkiyaya çıkar adımız, Kaçakçıya, Soyguncuya, Hayına...! Sözü edilen coğrafya Kürdistan’dır. Aynı etno kültürel kimliğe sahip birbirine akraba, de jure siyasi sınırlara uymayan ama de facto fiilen var olan bir saklı ülkedir burası. Ahmet Arif, İran ve Türkiye Kürdistan’ı sınırında yaşanan bir sivil katliamın şiirini yazmıştır. Pasaport şiirdeki püf noktadır. Bu halkın pasaporta ihtiyacı yoktur çünkü onlar, aslında ülkelerini hiç terk etmemişler, kendi içlerindeyolculuk etmişlerdir.

Roboski’yi anlamak için katliamı batıya mesela Yunanistan sınırına taşıyalım. Meriç Irmağı’nın bir yakasından ötekine ticaret yapmak için geçen var mıdır? Tabii vardır ama illegal geçenlerin tamamı zavallı mültecilerdir. İki yaka halkı, buna cesaret edemez. Çünkü sahiden iki ayrı ve birbiriyle sorunlu iki ülke sözkonusudur. Oysa yüz yıl önce Meriç’in ve Roboski’nin iki yakasında da tek bir devlet hüküm sürüyordu değil mi? Bugün batı sınırında ortadan kalkan bütünlük,güneydoğu sınırında hâlâ mevcut! Çünkü burada hiçbir kalemin bölemediği bir ülke var. Bu nedenle Rojava denen Suriye Kürdistan’ında nasıl olup da PKK’nin tek güç olarak ortaya çıkabildiğini, Barzani’nin neden Irak Kürdistan’ında PKK’yi tasfiye etmeye gücünün yetmediğini --ayrıca bütün hamlelerine rağmen pek de niyetinin olmadığını-- sıradan TC yurttaşı ve resmî devlet aydınının anlaması mümkün görünmüyor. Bunun için Dışişleri üçüncü kâtibinin aklından başka bir yerde durmak gerekiyor. Şenliklerin bize çektiği fotoğraf bu.
TARİH ŞAŞIRTMAYI SEVER
Peki, sonra ne olacak? İki ülkenin hüküm sürdüğü bir devletin geleceği olabilir mi? Mesela 2071 yılındaki fotoğrafı çekmeye çalışsak! Kâhin değiliz. Yetmiş yıl sonra petrolün iyice azaldığı bir Ortadoğu, sanıldığının aksine emperyalizm çekilse bile kan denizine dönebilir. Çok sayıda aşiret devleti kurulabilir. Bu devletler orta seviyede bir emperyal devletin hamiliğinde hayatını sürdürebilir. Belki de rüya gerçekleşir, eşit özgür ve sosyalist bir halklar cumhuriyeti kurulur kadim topraklarda! Bilemeyiz, ama tarih şaşırtmayı sever! Öncelikle İbn Haldun’un talebeleriyiz. Hiçbir şeyin kalıcı olmadığını ondan öğrendik. Buna devletler dâhil. Halklar ise baki... Velhasıl hangi devletin ne kadar ömrünün kaldığını bilemeyiz. Yüksek ihtimal önümüzdeki elli yıl içinde BM’ye üye bir Kürdistan kurulacak. Trinidad Tobago’nun var olduğu dünyada, Kürdistan neden olmasın? Ama şahsi fikrim o ki bu ülke sınırları içinde fiilen nasıl iki ülke var ise aynı devlet altında yaşayan bu iki halkın birlikte yaşaması da fiilen mümkün!Doğudaki ülke, nasıl Rojava ile sıkı bağlar içindeyse İstanbul’la da aynı bağlar içinde. Nasıl Rojava ve Erbil’le akrabalık bağları var ise Aydın ve İzmir’le de aynı bağlar çoktan kuruldu. Bu iki ülkenin tek ülke olarak yaşamaya devam etmesinin organik dayanakları var ve bu büyük bir şans. Çünkü yapay ya da değil sınırların değişimi o topraklara kan, vahşet ve insanlık suçlarıyla gelecek. Herkes aynı anda mağdur, mazlum ve zalim olacak. Bu kanlı seçeneği yaşamak zorunda değiliz. Ama bunun için önce Kürtlere yapılan tarihsel haksızlığın giderilmesi gerekiyor. Yani Kürtleri Kürt olarak kabul edecek bir insani olgunluk seviyesi. Ve bunun siyasi projesi...
Aklıma gelmişken Şenlik dediğin Hıdrellez gibi olmalı. Heeey, İzmir duyuyor mu!
Comments